Fatih
Sultan Mehmet'in babası 2. Sultan Murat zamanına kadar gerek halk
sofralarında, gerek saray sofralarında yemek düzeni çok sade, çeşitler
de çok azdı. Osmanlı mutfağının gelişip oluşması ancak 2. Murat
döneminden sonra başlıyor.
Osmanlı yemekleri, biliyorsunuz, her zaman sofraların baştacı olan
çorbalarla başlıyor. Sağlıklı yemeklerin birincisi kabul edilen çorbalar
et suyu, tavuk suyu, yoğurt; balık çorbaları da balık suyu ile
zenginleştiriliyor ve pirinç, bulgur, tarhana unu, kuru ve taze sebzeler
ve sebze kökleriyle kaynatılarak yapılıyor. Ve adeta, mideleri
kendinden sonra gelecek yiyeceklere hazırlamak ve hazmettirmek için
görevlenmiş sayılıyor.
Düğün çorbası, yoğurt çorbası, tarhana
çorbası, yayla çorbası ön sıralarda tutuluyor her zaman ve özellikle
kuşluk yemeklerinin en hoşa giden çorbaları sayılıyor.
Sofraların
temel yemeği olarak çorba ve ekmek öne alındığına göre çorbaların
lezzeti ve sağlıklı içeriği olması elbette gerekliydi.
Çorba
konusu yazıya dökülmeye başlandığında sonu kolay kolay gelmiyor. O
dönemlerin hamarat hanımları sadece çorba isimlerini sıralamaya
kalktıkları zaman çorba türlerinin sayısı yüzü kolay kolay geçiyor.
Çorbanın
önemi Osmanlı'da o kadar belli ki evlenme yaşındaki kızların anneleri
ve büyük annelerin en büyük korkusu, kızının "adam gibi çorba pişirmeyi
bile bilmiyor" diye evde kalmasıydı. Ve bu konuda annesi gibi düşünmeyen
kızlara verilen nasihat:
"Akılsız başa söz neylesin
Tatsız çorbaya tuz neylesin
Ya baba evinde kalan kız neylesin" idi.